Nadide
Adalet’i Büyük Eserlerle Karşılatırdık
Nadide
Adalet,
bu övgüyü hak eden bir başyapıt olarak, dünya edebiyatındaki dört büyük yazarın
eserleriyle karşılaştırıldığında hem Türk edebiyatının hem de küresel anlatının
güçlü bir temsilcisi olduğunu kanıtlıyor. Kültür-sanat ekibimiz, Nadide
Adalet’i, Khaled Hosseini, Isabel Allende, Gabriel García Márquez ve Toni
Morrison’ın eserleriyle kıyaslayarak, Kaya’nın bu çarpıcı romanını mercek
altına aldı.
Bir
Kadının Direniş Destanı: Nadide Adalet
Nadide
Adalet,
Tahran’ın tuzlu sokaklarından Evin zindanının nemli duvarlarına, oradan
Kuzistan’ın tozlu köylerine uzanan bir kadının, Nadide’nin, adalet ve özgürlük
arayışını anlatıyor. On altı yaşında anne olan Nadide, üç kızı—Ferda, Benan ve
umutla adadığı Nadide—için mücadele ederken, bir anne, bir mahkûm ve bir
isyankâr olarak sınanıyor. Zindanda gassallık mesleğini öğrenirken, ölümü
değil, yaşamın kırılganlığını keşfediyor; Kuzistan’da, Ferhun Ağa’nın petrol
yataklarından güç alan zulmü altında, çocuklarının geleceği ile yüzlerce
kadının kurtuluşu arasında bir yol ayrımında duruyor. Roman, 16 Eylül 2022’de
Tahran’da İran ahlak polisi tarafından öldürülen Mahsa Amini’ye ithaf edilmiş;
ancak Amini, hikâyede doğrudan yer almıyor, yalnızca adalet arayışının evrensel
bir sembolü olarak romanı taçlandırıyor. “Bu bir roman, evet. Ama aynı zamanda
bir ayna. Bakmaya cesaretiniz var mı?” sorusuyla Kaya, okuru Nadide’nin
acılarına, kederine ve zaferlerine ortak olmaya çağırıyor. Peki, bu güçlü
anlatı, dünya edebiyatındaki hangi büyük eserlerle yankılanıyor?
Khaled
Hosseini ile Duygusal Derinlik: Bin Muhteşem Güneş
Nadide
Adalet,
Khaled Hosseini’nin Bin Muhteşem Güneş (2007) romanındaki duygusal
yoğunluk ve toplumsal bağlamla çarpıcı bir benzerlik taşıyor. Hosseini,
Afganistan’ın çalkantılı tarihinde Mariam ve Leyla’nın patriyarkal baskılara
karşı direnişini anlatırken, Kaya da İran’ın Tahran ve Kuzistan mekânlarında
Nadide’nin zulme karşı mücadelesini işliyor. Her iki romanda da, kadınların
sessiz çığlıkları ve fedakârlıkları, evrensel bir insanlık anlatısına
dönüşüyor. Nadide’nin, “Öldürmeseydim, beni öldürecekti” itirafı, Mariam’ın
kendini feda edişindeki çaresizlik ve cesaretle yankılanıyor. Hosseini’nin
Kabil sokakları gibi, Kaya’nın Tahran’ın tuzlu yolları da hikâyenin ruhuna
işleyen bir karakter olarak öne çıkıyor. Ancak, Hosseini’nin tarihsel ve
politik bağlama daha fazla yaslanması, Nadide Adalet’in bireysel
psikolojik derinliğe odaklanmasıyla ayrışıyor. Kaya’nın poetik üslubu, “Bir
annenin kalbi, kırıldığında bile çocukları için atmaya devam eder” gibi
satırlarla, Hosseini’nin daha düz anlatımına kıyasla daha imgeli bir doku
sunuyor. Yine de her iki yazarın duygusal yoğunluğu, okuru derinden sarsıyor.
Isabel
Allende ile Poetik Direniş: Ruhlar Evi
Isabel
Allende’nin Ruhlar Evi (1982), Nadide Adalet ile kadınların
patriyarkal yapılara karşı sessiz ama güçlü direnişini işleme biçimiyle
örtüşüyor. Allende’nin Şili’deki toplumsal çalkantılar içinde Clara ve
Blanca’nın ruhsal yolculuğu, Nadide’nin çocukları ve diğer kadınlar için
verdiği mücadeleyle benzer bir ruh taşıyor. Nadide’nin gassallık mesleğiyle
yaşamının fırsatını keşfedişi, Allende’nin büyülü
gerçekçilikle süslediği sembolizme paralel bir derinlik sunuyor. Kaya’nın,
“Zindanın soğuk taşları, Nadide’nin umudunu değil, yalnızca bedenini zincire
vurabilirdi” satırı, Allende’nin karakterlerinin içsel özgürlük arayışını
anımsatıyor. Her iki yazar da yerel kültürleri evrensel temalarla harmanlayarak
geniş bir okuyucu kitlesine hitap ediyor. Ancak, Allende’nin büyülü gerçekçilik
unsurları, Nadide Adalet’in daha gerçekçi ve psikolojik odaklı
anlatımından ayrılıyor. Kaya’nın, Nadide’nin hikayesini güncel bir sembolle
(Mahsa Amini ithafı) güçlendirmesi, Allende’nin daha geniş aile destanından
farklı bir çağdaşlık katıyor.
Gabriel
García Márquez ile Evrensel Panorama: Yüzyıllık Yalnızlık
Gabriel
García Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık (1967), Nadide Adalet ile
yerel bir hikâyeyi evrensel bir destana dönüştürme becerisi açısından
yankılanıyor. Márquez’in Macondo kasabası, Kaya’nın Tahran, Evin ve Kuzistan
gibi mekânları gibi, hikayeye karakter derinliği katıyor. Nadide’nin, “Kendi
çocuklarının geleceği mi, yoksa yüzlerce, binlerce ‘keşke’yle dolu kadınların
kurtuluşu mu?” sorusuyla yüzleştiği ahlaki ikilem, Buendía ailesinin nesiller
boyu süren kader sorgulamalarına paralel bir evrensellik sunuyor. Kaya’nın,
“Bir kadının gücü, sessizliğinde saklıdır; Nadide’nin sessizliği bir
fırtınaydı” gibi poetik satırları, Márquez’in imgelerle zengin anlatımına
yaklaşan bir edebi doku yaratıyor. Ancak, Márquez’in büyülü gerçekçilik tarzı, Nadide
Adalet’in gerçekçi zemininden ayrılıyor. Kaya’nın romanı, Mahsa Amini
ithafıyla güncel bir bağlama yaslanırken, Márquez’in eseri zamansız bir
evrensellik sunuyor. Yine de her iki roman, yerel hikayeleri insanlığın ortak
mücadeleleriyle birleştirerek okuru büyülüyor.
Toni
Morrison ile Lirik Çığlık: Sevilen
Toni
Morrison’ın Sevilen (1987), Nadide Adalet ile bir kadının travma,
fedakârlık ve özgürlük arayışını işleme biçimiyle güçlü bir bağ paylaşıyor.
Morrison’ın Sethe’si, kölelik travmasından kurtulmaya çalışırken çocukları için
ahlaki ikilemlerle yüzleşiyor; Nadide de, çocukları ve diğer kadınlar için
benzer bir yol ayrımında duruyor. Nadide’nin mahkeme sahnesindeki,
“Öldürmeseydim, beni öldürecekti” itirafı, Sethe’nin radikal seçimlerini
anımsatan bir yoğunluk taşıyor. Morrison’ın lirik üslubu, Kaya’nın, “Zindanda
geçirdiği her gece, ona bir gerçeği fısıldadı: Özgürlük, bedel ister”
satırlarıyla örtüşen bir poetik derinlik sunuyor. Her iki yazar da bireysel
hikayeleri toplumsal adaletsizliklere karşı bir manifestoya dönüştürüyor.
Ancak, Morrison’ın kölelik ve ırkçılık temaları, Nadide Adalet’in
patriyarkal baskı ve adalet arayışından ayrılıyor. Kaya’nın romanı, Mahsa Amini
ithafıyla güncel bir sembole bağlanırken, Morrison’ın eseri daha geniş bir
tarihsel travmayı ele alıyor.
Serhat
Kaya’nın Özgün Sesi
Nadide
Adalet,
Hosseini’nin duygusal yoğunluğu, Allende ve Márquez’in yerel-evrensel harmanı
ve Morrison’ın lirik derinliğiyle yankılansa da Serhat Kaya’nın özgün sesi romanı
eşsiz kılıyor. İran’ın yerel motiflerini (Tahran’ın sokakları, Evin’in
zindanları, Kuzistan’ın köyleri) evrensel bir adalet ve direniş anlatısına
dönüştüren Kaya, Nadide’nin psikolojik derinliğini bilinç akışı ve poetik bir
dille işliyor. Mahsa Amini’ye ithaf, hikâyede doğrudan yer almasa da adalet
arayışının evrensel bir sembolü olarak romanı güçlendiriyor. Livaneli’nin
övgüsündeki gibi, Kaya’nın “genel insan davranışlarının izini sürerek edebi bir
panorama yaratma” becerisi, Nadide Adalet’i dünya edebiyatında yankı
uyandırabilecek bir eser haline getiriyor. Romanın, “Bu bir roman, evet. Ama
aynı zamanda bir ayna. Bakmaya cesaretiniz var mı?” sorusu, okuru kendi
insanlığına bakmaya çağırırken, Kaya’nın Türk edebiyatındaki özgün yeri, onu
dünya sahnesinde de parlatıyor.
Bir
Türk Romanının Küresel Yankısı
Serhat
Kaya’nın Nadide Adalet’i, Hosseini, Allende, Márquez ve Morrison gibi
dünya edebiyatının devleriyle kıyaslandığında yazarın yazın yolculuğunda
muhakkak daha önünde uzun bir yol olduğunu gösterse de okur adına Nadide Adalet
hem yerel hem evrensel bir başyapıt olarak öne çıkmayı başarıyor. Çünkü Nadide
karakterinin direnişi, sadece bir kadının değil, insanlığın adalet ve özgürlük
çığlığı niteliğinde. Türk edebiyatının bu güçlü sesi, ilerleyen aylarda farklı
dillere de çevrilmesi beklenen yeni romanıyla dünya edebiyatıyla kucaklaşarak,
okurları derin bir düşünsel ve duygusal yolculuğa davet edeceğe benziyor. Kültür-sanat
dünyasında uzun süre konuşulacak bir eser olan Nadide Adalet Kitapyurdu’ndan
tedarik edilebilir.